20. Yüzyıl Japon Soluna Giriş
Bu yazıda 20. Yüzyıl Japon Solunun kısa bir tarihini anlatacağım. 20. yüzyıl yazmamın nedeni çoğu önemli gelişmenin 1900’lü yılların başlarında olmasından kaynaklı; lâkin asıl başlangıç Meiji restorasyonundan sonra. Yazıyı 3’e böleceğim, yani bu okuduğunuz yazının ilk parçası. Başlayalım.
Meiji Restorasyonu ve Boshin Savaşı
Konuya Meiji Restorasyonu ile başlamak önemli çünkü bu dönemin yönetim yapısını anlamadan Solu konumlandırmak zor. Bu konuda okuyabileceğiniz en güzel kaynaklardan biri “Gabriele Esposito ve Giuseppe Rava, Japanese Armies 1868-1877: The Boshin War and Satsuma Rebellion, Men-at-Arms 530 (Oxford: Osprey Publishing, 2020).”
Kısa bir tarihle başlayalım. 1603 yılından itibaren Japonya’yı bir askeri diktatörlük olan Tokugawa Şogunluğu yönetiyordu. 21 Ekim 1600 tarihinde Tokugawa Ieyasu (Kuzey ordularının yani Batılı orduların) başındaki Daimyo olarak kendisine karşı gelen daimyolara galip geldi (Güney ordularına yani Doğu ordularına). Ieyasu’ya kaybeden büyük klanlar arasında Mouri, Chousokabe ve Shimazu klanları vardı, diğer adlarıyla Tozama (外様大名) Daimyoları. Bu klanlar topraklarının çoğunu kaybettiler ve 250 sene boyunca Tokugawa Bakufu’nun gözetimi altında kaldılar.
Daimyolar iki ana kategoriye ayrılıyordu: 1600'de Sekigahara Savaşı'ndan önce Tokugawa vassalı olan Fudai (譜代大名) daimyoları ve daha sonra boyun eğmek zorunda kalan Tozama (外様大名) daimyoları. İlki Şogunluğa son derece sadıktı ve çok az siyasi özerkliğe sahipti, ikincisi ise genellikle hem daha varlıklı hem de hakları konusunda daha hassastı. Şogunluk sıkı kontrolü sürdürmek için karmaşık bir kontrol ve denge sistemi kullanıyordu: bunlar arasında sadık Fudai Daimyolarının daha asi Tozama Daimyolar arasında akıllı bir şekilde bölgesel olarak dağıtılması ve yabancı silahların ithal edilmesine yönelik katı bir yasak yer alıyordu. Askeri açıdan, Daimyolar tarafından tutulan samuraylar, atlı olarak görev yapan daha zengin seishi ve yaya olarak savaşan daha fakir kashi olarak ikiye ayrılmıştı. Savaş zamanında daimyoları tarafından çağrılanların yanı sıra, her kategoriden belirli sayıda kişi de barış zamanında kale garnizonu ve şehir muhafızı olarak doğrudan Shogunluğa hizmet ediyordu (Esposito & Rava, 2020, s. 17 )
Bu 250 sene boyunca Tokugawa Bakufu (Şogunluk veya), Edo şehrinden (günümüz Tokyo) bütün Japonya’yı yönetti. 1854’te Tokugawa Bakufu, ülkeyi dışarı açmaya zorlandı çünkü Amerikalılar kapıya dayanmıştı. Tokugawa Bakufu’nun buna karşı çıkabilecek gücü yoktu çünkü Amerikalılar buharlı frigate gemilerle, modern toplarla ve tüfeklerle gelmişti. Kapalı olan Japonya’nın limanları dışarı açıldı ve ülke ikiye bölündü: Tokugawa Bakufu kontrollü bir şekilde ülkeyi dışarıya açmak istiyordu, diğer taraftan İmparator’un etrafında toplanan klanlar – Tozama Daimyoları – ülkedeki yabancıları kovmak ve ülkeyi dışarı kapatmak istiyordu. Bu ayrım ülkeyi Boshin Savaşı’na götürdü. Bir yanda İmparator’un etrafında toplanıp ülkeyi dışarı kapatmak isteyen 250 yıl önce Tokugawa’ya kaybetmiş klanlar – Choushu (Mouri), Tosa (Chousokabe), Satsuma (Shimazu); diğer tarafta Tokugawa klanının müttefikleri. 1869 yılında Boshin Savaşı sonuçlandı, İmparator yanlıları kazandı ve böylece İmparator’un etrafında toplanan gericiler devrimci oldu. Tokugawa’yla ülkeyi dışarı açtığı için savaşan bu daimyolar Meiji Restorasyonunu yaptı ve ülkeyi dışarıya açtı. Nedenleri basitti: Batı İmparatorlukları, Çin’i (Qing) 1842 yılında Afyon Savaşlarında aşağılamıştı, Endonezya’yı kolonize etmişlerdi ve Hindistan’ı yönetiyorlardı. ABD Pasifik Okyanusu’nun ötesinde hızlıca büyüyen bir başka tehditti. Ülkeyi dışarıya kapalı tutmak, ülkeyi potansiyel bir Batı işgaline karşı koruyamayacaktı. Japonya’nın diğer ülkeler gibi işgal edilmemek için Batılı devletlerin kurduğu sisteme eklemlenmesi gerekiyordu, yani Batı İmparatorlukları gibi olmaydı.
Meiji Anayasası (1890)
Meiji Anayasası, savaşı kazanmış klanlar (artık aileler diyeyim) tarafından yazılmıştı. İmparator, siyasetin üstünde bir özneydi, kendisi doğrudan dünyevi işlerle uğraşamazdı. İmparatorun doğrudan yönetme yetkisi yoktu, bu nedenle İmparator’un nihai egemenliği (大権) anayasada belirlenen kurumlar tarafından uygulanıyordu. Mahkemeler ve hükûmet kendi özel alanlarına sahipti; kabine (hükûmetin yürütme erki), Diet ve yargı birbirinden bağımsızdı ve her biri bağımsız ayrı organlar olarak diğerleriyle eşitliğinde ısrar ediyordu; İmparatora danışma organı olarak kurulan bağımsız Özel Meclis, kabineyi dizginleyebiliyordu ve doğrudan imparatora bağlı olan ordu, diğer tüm devlet organlarından daha üstün bir bağımsızlığa sahipti.
Asıl sorun, görüldüğü gibi, hükûmetin ayrı kurgulanmasıydı. İmparator Diet’inde, günümüz Japonya’sı gibi iki meclis vardı. Lordlar Kamarası (House of Peers), hanbatsu adında Boshin Savaşı’nın galibi olan klanlardan oluşan bürokratlar tarafından kontrol ediliyordu ve amaçları yaptıkları devrimi korumaktı. Temsilciler Meclisi (House of Representatives), partilerin kurulmasına izin verilen, yıllık 15-yen ulusal vergi veren erkeklerin seçme seçilme hakkının olduğu alt meclisti. Böylelikle İmparator Diet’i yaptıkları devrimi korumak isteyenlerle, halktan gelen (bütün erkeklerin %1’i) partilerin sürekli çatıştığı bir zemin haline geldi. Her iki taraf, İmparator’un nihai egemenliğinin daha büyük bir kısmını kendinde istiyordu. Sistemin daha da büyük bir hatası alt mecliste çoğunluğu kazanan partinin başkanı başbakan olsa da kurduğu kabinedeki bakanlar ve kendisi, alt meclise değil İmparator’a karşı sorumluydular.
Oligarşik kliğin - hanbatsu - liderleri, devletin önemli bir organı olan Temsilciler Meclisi'ne hiçbir zaman tam anlamıyla hakim olamadılar. Siyasi parti fikrini çoktan reddetmişlerdi ve Diet'in alt meclisinde seçmen desteği toplamak için ne bir istekleri ne de örgütsel güçleri vardı. Bu görev, çoğu 1870'ler ve 1880'lerdeki hükûmet karşıtı jiyuminkenundou (özgürlük ve halk hakları harekti) mücadelelerinin öncülleri olan ve seçimlerde Diet'te sandalye kazanmak için siyasi partiler örgütleyen hanbatsu karşıtı liderlere bırakıldı. I89O'ların ortalarında iki büyük siyasi parti Jiyutouo (Itagaki Taisuke liderliğinde kurulan Liberal parti) ve Kaishinto, daha sonra Shinpoto (Okuma Shigenobu liderliğinde kurulan Anayasal Reform Partisi) olarak yeniden adlandırıldı.
Temsilciler Meclisi'ndeki sandalyelerin çoğunluğu bu iki grubun elindeydi. Oligarşik yönetime karşı muhalefet ve direniş geleneğinden gelen siyasi partiler, anayasal yapıda parçalayıcı veya merkezden uzaklaştırıcı bir unsur olarak hareket ettiler. Ulusal bütçelerin veya ulusal yasaların geçmesini engellemek için anayasal güçlerini kullanma tehdidinde bulunarak kendi alanlarını korumaya çalıştılar. Oligarşik liderler Meiji anayasal yapısı içinde çalışmaya kararlı oldukları sürece, iç siyasi istikrarı sağlamak istiyorlarsa siyasi partileri ne görmezden gelebilir ne de reddedebilirlerdi. Aksine, partileri iktidarı koordine etmek ve merkezileştirmek için bir araca dönüştürmek zorundaydılar. Başka bir deyişle, hanbatsu liderleri siyasi partilerle bağlantılar geliştirmek zorundaydı.
Takenaka (2014) hükûmet yapısını birkaç bölümde gayet iyi şekilde özetliyor.
1889-1918 yılları arası Japonya’nın yönetimi Rekabetçi Oligarşidir Çünkü
Hanbatsu klikleri arasında (Satsuma ve Choushu) ve hanbatsu ile politik partiler arasında yönetimde söz sahibi olmak için rekabet vardır. Örneğin, Choushu ailesine bağlı samuray Itou Hirobumi daha sonra Japonya’nın o dönem kurulan partilerinden Rikken Seiyuukai’in başkanı oluyor (Choushu kliği Temsilciler Meclisi’ni yönetebilsin diye) ve aynı klikten gelen Yamagata Aritoumo kendisine karşı çıkmıştır.
Hanbatsunun kendi içindeki rekabetinin yanı sıra, Diet'in kurulmasından kısa bir süre sonra, siyasi partiler sık sık bütçeleri azaltmaya çalışarak hanbatsu siyasi liderlerinin gücünü zayıflatmaya çalışırken, hanbatsu siyasi liderleri de Alt Meclisi birkaç kez feshederek siyasi partilerin gücünü azaltmaya çalışmıştır. Çin-Japon Savaşı'ndan (1894-95) sonra hanbatsu siyasi liderleri ve siyasi partiler arasında istikrarlı bir ilişki yavaş yavaş gelişse de, aralarındaki ilişki her zaman güç mücadelesinin gölgesinde kalmış ve sık sık işbirliği için tazminat konusunda birbirleriyle mücadele etmişlerdir.
1918-1932 dönemi Yarı Demokratik bir dönemdir Çünkü
Bu dönemde ülkenin liderleri politik rekabete alışmış ve kamuoyu siyasette yerini bulmaya başlamıştır. Bunun nedenlerinden biri 1919 Hara kabinesinin 15-yen ulusal vergiyi 3 yene indirmesidir, böylece seçmen sayısı 1.4 milyondan 3.1 milyona çıkmıştır. 1925 yılında oy kullanma hakkı bütün erkeklere tanınmıştır. 1918-1932 yılları arası - 22 ve 24 arası hariç - politik partiler hükûmeti kontrol etmiştir. İki parti - Seiyuukai ve Kenseikai - çoğunlukla alt meclisi domine etmiştir. Bu döneme yarı demokratik denmesinin nedeni yönetimin tamamen özgür ve tarafsız olmamasıdır. Lordlar Kamarası, Özel Meclis ve Askeriye hiçbir şekilde seçimle kontrol edilemiyordu. Hükûmet uluslararası anlaşmaları onaylayabilmek, anayasa değişikliği yapabilmek vb. birçok işlevini yerine getirebilmek için öncelikle Özel Meclis’in iznini almak zorundaydı. Meiji Anayasası Madde 9 ve Madde 12’nin açıkça belirttiği şekilde Kara Orduları ve Deniz Kuvvetleri tamamen İmparator’a karşı sorumluydu ve organizasyon yapısını İmparator belirliyordu. Aynı zamanda bu dönemde Sol bastırılıyordu.
Kısacası, Japon Solu, birbirinden bağımsız ve sadece İmparator’a karşı sorumlu bu kurumların gölgesinde büyüdü ve gelişti. Doğal olarak da kurumlarla ilişkileri farklılaştı.
Sol’un Ortaya Çıkışı Ve Sönüşü
Japonya’nın resmi olarak kurulan (yani izin verilen) ilk partisi Sosyal Demokrat Partisi'ydi. Parti, 18 Mayıs 1901 günü kuruldu, 20 Mayıs’ta manifestosu yayınlandı ve yayının ardından 12 saat içinde kapatıldı. Manifestoya el konuldu, yayınlayan gazetelere ceza verildi. Manifestolarında dikkat çeken maddeler şunlardı:
1- Kamaralar Meclisi kapatılacak ve ordunun büyüklüğü azaltılacak,
2 - Ulaşım ve iletişim araçlarının kamusallaştırılması,
3 - Sermayenin ve toprağın kamu mülkiyeti olması,
4- Evrensel ve Gizli Oy Hakkı,
5- Sınıfların ortadan kaldırılması,
Son dört madde sıkıntılı değildi ama ilk madde sorunluydu çünkü doğrudan rejimi karşısına alıyordu. Abe Isoo’ya göre, parti kapatılmadan önce yetkililer parti üyelerine bir seçenek sundu: "İlk maddeyi çıkartırsanız, partiyi kapatmayız." Hükûmet, manifestonun sınıf sistemini yıkmaya yönelik atıflarına itiraz etseler de, ilginç bir şekilde, toprak ve sermayenin kamusal mülkiyeti gibi sosyalist ilkelere ya da evrensel oy hakkı ve gizli oy gibi siyasi reformlara itiraz etmediler. Bu durum, manifestonun büyük bir kısmının Meiji rejimi için açık ve mevcut bir tehlike arz etmediğini ve yazarlarının devrimci olmadıklarına dair resmi bir kabulü açıkça yansıtıyordu.
Japonya’daki sosyalist hareketin öncüleri, Tokyo’da 1898 yılında kurulan Üniteryen Toplum'un katılımcılarından geliyordu. Saint-Simon, Proudhon, Fourier ve Marx’ın yazılarını okumuş ve çevirmişlerdi. Partinin 6 kurucusu vardı ve kurucuları arasında yer alan Katayama Sen, Abe Isoo, Kinoshita Naoe, Kawakami Sayoshi ve Nishikawa Koujirou Hristiyan'dı; tek istisna Koutoku Shuusui idi.
Meiji dönemi sosyalistleri, ister Hristiyan ister materyalist olsun, dönemin Japon toplumunun yozlaştığını ve kişisel çıkarlar tarafından yönetildiğini düşünüyordu. Meiji yönetimini başarısız, yolsuzluğa bulaşmış ve sorumsuz olmakla itham ediyorlardı. Eleştirilerindeki ahlaki tutum, eleştirilerine gömülü olan sosyal analizden bağımsız değildi. Özellikle Hristiyan sosyalistler, sosyalizmin Japonya’ya ekonomik ve sosyal adalet getirebilecek seküler bir araç olduğunu düşünüyorlardı. Hristiyan olmayanlar, yani Liberal Parti’den uzaklaşmış olanlar, kendilerini bakumatsu (Tokugawa Şogunluğu’nun son yılları) döneminde Tokugawa’ya karşı mücadele eden devrimciler olarak görüyorlardı. Onlara göre Tokugawa gibi Meiji yönetimi de yozlaşmıştı. Her iki cenah da sosyalizmi Japon toplumundaki sosyal ve ahlaki bozulmanın düzeltilmesinde bir araç olarak görüyordu. Analizleri olgusal ifadelerle ahlaki ifadeleri birlikte içeriyordu.
Takip ettikleri Marksist gelenek, Batı Marksist geleneğiydi. Kapitalizmin modern topluma yaptığı materyalist katkıyı kabul ediyorlardı ve kapitalist kalkınmanın paradokslarını incelemeye çalışıyorlardı. Zengin daha da zenginleşiyor, fakir daha da fakirleşiyordu. İşçiler, kapitalizm altında üretim araçlarındaki bütün kontrolü kaybetmişti. Bunun nedeni - Katayama ve Koutoku’nun ele aldığı şekilde - serbest rekabetin ve onun ideolojisi olan “en güçlünün hayatta kalması, zayıfı yok etmesi” düsturunun her yeri ele geçirmiş olmasıydı. Marksizm’in temel kavramlarını biliyorlardı. Emek-değer teorisi, artı-değer teorisi ve Engels’in kullandığı "yedek sanayi ordusu" kavramlarına hâkimlerdi.
Marx’tan farklı olarak, burjuvayı farklı kavramsallaştırıyorlardı. Meiji sosyalistleri için burjuvazi “orta sınıftı”. Japon toplumu içerisinde bu sınıf doğal olarak bulunmadığı için burjuvayı tarihsel ve yapısal olarak değil, soyut olarak algılıyorlardı. Hatta Kıutoku bir ifadesinde, “Sosyalizmin amacı, toplumun tamamından orta sınıf yaratmaktır” demişti. Dahası, burjuvanın hâlâ ilerlemeci bir rolü olduğunu savunuyorlardı. Orta sınıf olarak algıladıkları bu burjuvanın Japonya’daki izlerini de Boshin Savaşı’nı gerçekleştiren devrimcilerde buluyorlardı. Burjuva ve Boshin Savaşı'nı gerçekleştirip Meiji Restorasyonu'nu sağlayan devrimciler, onlar için ahlakın sembolüydü; bu insanların belirli idealleri vardı.
Kurdukları bu bağlantı üzerinden kendilerini de Meiji Restorasyonu ile özdeşleştirdiler. Meiji Restorasyonu'nun getirdiği toplumsal ruhu taşıyanlar kendileriydi; sosyalizm, ideal olan yoldu. Sorun, Meiji Restorasyonu'nun orijinal ruhunu kaybetmesiydi. Aslında, Meiji Restorasyonu “özgürlük, eşitlik ve kardeşlik” ruhu üzerine kurulmuştu. Bu ruh, toplumun yozlaşmasıyla kaybolmuştu. Bu konudaki en büyük suçlu hanbatsu liderleriydi, daha sonra Meiji dönemi bürokratlarıydı.
Meiji sosyalistleri, 1901 yılındaki parti manifestosunda da görüldüğü gibi, hiçbir zaman Meiji Anayasası’nı veya İmparator’un rolünü eleştirmediler. Odaklandıkları ana şey 1) ahlaki yozlaşma ve 2) toplumdaki eşitsizliğin artmasıydı. İlkiyle ilgili çözüm sosyalizmin gelmesiydi. İkincisiyle ilgili çözümleri ise sosyalizmden önce, refah devletinin yaratılmasıydı. Devleti, yönetici sınıfın siyasi bir aracı olarak görmediler ve işçi sınıfının devrimci rolünü gerektiği kadar önemsemediler. Aksine, devleti apolitik bir kurum olarak ele alıp sadece yönetici fonksiyonlarına dikkat çekiyorlardı. Örneğin, Abe Isoo için devletin iki doğası vardı: politik ve endüstriyel. Politik doğası zayıfladıkça endüstriyel doğası ortaya çıkacaktı. Sosyalist politikaların amacı da tam olarak bunu gerçekleştirmekti. Devlet, materyal ilerlemenin gerçekleşmesini sağlayabilecek “büyük bir sigorta şirketiydi” ama sosyal veya politik kontrolün değişimini gerçekleştirecek bir aygıt değil. Bu görüş diğer yazarlar arasında da yaygındı. Örneğin Koutoku “Konfüçyüs’e göre insanlara eğitim vermeden önce onları zengin etmeliyiz” demişti, Sakai Toshihiko da “eğer genel nüfusu yiyecek, giyecek ve barınma arzularının ötesine taşımak istiyorsak, toplumda köklü bir reform gerçekleştirmeliyiz; genel nüfusa yiyecek, giyecek ve barınmayı garanti eden bir toplum oluşturmalıyız. Başka bir deyişle, sosyalizmi hayata geçirmeliyiz.” demişti.
Ayrıştıkları en büyük konu sosyalist partilerin praksisi üzerineydi. Kootoku doğrudan eylemi savunuyordu. Sosyalist hareket genel bir grev yaparak toplumu paralize etmeliydi. Seçme seçilme hakkından önce, işçilerdeki sınıf bilincini uyandırmak için doğrudan eylem yapılması gerekiyordu. Tazoe ise parlamento dışı taktiklerin işçilerin ekonomik durumunu iyileştirmeyeceğini söylüyordu. Kapitalistlerin ülkedeki kontrolü sağlamak için güçlerini istifledikleri yer Parlamento idi, bu yüzden sosyalist hareket parlamenter taktiklere odaklanmalıydı. Katayama Tazoe’yi desteklerken, Oosugi Sakae ve Yamakawa Hitoshi gibi hareketin daha genç bireyleri Kootoku’yu destekliyordu. Kootoku ve Tazoe arasındaki tartışma, kapitalist toplumun yıkımının gerçekleşmesi için işçi sınıfının bilinçlendirilmesinde uygun bir yönteme duyulan ihtiyacı yansıtıyordu. Aralarındaki mesele, üzerinde hemfikir oldukları toplumun ahlâki çöküşü değil, bu ahlâki çöküşün nasıl ortadan kaldırılacağıydı. Kotoku, işçilerin bilincini 'doğrudan eylem' ortaya çıkartmak isterken, Tazoe organizasyon ve oylamalara güvenerek bu bilinci ortaya çıkartmak istiyordu. Tabii ki Tazoe’nin haklı bir korkusu vardı. Eğer sosyalist partiler parlamentoya katılırsa yönetici sınıfın ideolojisi altında ezilebilir.
Bu tartışmalar devam ederken sosyalistler politik olarak tekrar örgütlenme şansı buldu. 1906 yılının Şubat ayında kurulan Japonya Sosyalist Partisi (Nihon shakaito), Japonya'da sosyalistlerin yasal olarak tanınan partisi oldu. Bu parti, seçimlerde aday gösterme, üye toplama ve kongre düzenleme hakkına sahipti. Ancak, partinin kuruluşu ve faaliyetleri, birçok yasal kısıtlama nedeniyle sınırlı kaldı. Özellikle 1900 yılında çıkarılan Kamu Barışı Polis Yasası, sosyalistlerin geniş bir kitleye ulaşmasını zorlaştırdı. Bu yasa, öğretmenler, Şinto veya Budist rahipler, kadınlar, reşit olmayan erkekler ve öğrencilerin siyasi partilere katılmasını yasakladı. Bu kısıtlama, özellikle Sosyalist Parti'yi olumsuz etkiledi, çünkü sosyalist yayınları en çok okuyan ve toplantılara en çok ilgi gösteren grup öğrencilerdi. Partinin üyeleri arasında birkaç demir işçisi, matbaacı, rikşa çekicisi ve Ashio bakır madeninden bazı madenciler bulunsa da, parti esasen orta sınıf entelektüellerden oluşuyordu. Partinin liderleri arasında yazarlar, gazeteciler ve akademisyenler yer aldı; birçoğu sosyalist hareketin erken dönemlerinde aktif olan kişilerdi. Ancak, işçi sınıfını örgütlemek ve partinin tabanını genişletmek için yeterli çaba gösterilmedi. Kamu Barışı Polis Yasası, sendikaların kurulmasını neredeyse imkansız hale getirdiği için bir işçi hareketi de partiye destek vermedi. Sonuç olarak, parti, tabanda güçlü bir destek bulmakta zorlandı ve Arahata Kanson'un dediği gibi, "harekete geçirecek askerleri olmayan birçok komutan"dan ibaret kaldı.
Bu partinin ömrü de kısa sürdü. 1906 yılında Nasyonal Sosyalist Parti (国家社会党) ile birlikte Tokyo’daki tramvay ücretlerini protesto ettiler. Protestoları başarılı oldu ve tramvay ücretleri artırılmadı ama her iki parti için de felaket oldu. Polis Nishikawa ve Oosugi Sakae dahil 10 Sosyalisti tutukladı. Yamaji Aizan’ın (山路愛山) kurduğu Nasyonal Sosyalist Parti de kapatıldı. Sosyalist Parti legal bir partiydi, bu nedenle hemen kapatılmadı ama hükûmet fırsat kolluyordu.
Bu fırsat Şubat ayında, Sakai Toshihiko'nun parti kongresini doğdu. Sakai, hükümetin, Tochigi Eyaleti'ndeki Ashio bakır madeninde 3.600 kadar madenci ve işçinin karıştığı bir isyanı bastırmak için orduyu kullanmasını sert bir şekilde eleştirdi. Madenciler madeni bombalamış, birçok yeri yakmış ve neredeyse tamamen yok etmişti. Hükümet yetkilileri, isyanın sorumluluğunu hızla sosyalistlere, özellikle de partinin yayın organı olan Heimin shinbun'a yükledi; oysa sosyalistlerin madencilerin yaptığı bu eylemle ilişkili olduğuna dair kanıt yoktu. Parti kongresinde konuşan Sakai, hükümetin isyancılara karşı orduyu kullanmasını "büyük bir hata" olarak nitelendirdi. Sakai'nin parti yürütme komitesi adına önerdiği kararın çoğu, sosyalistlerin on yıl boyunca dile getirdiği fikir ve taleplerin tekrarı niteliğindeydi. Karar, partinin "mevcut toplumsal yapıyı köklü bir şekilde yeniden düzenlemeyi" amaçladığını, üretim araçlarının toplum tarafından ortaklaşa sahiplenileceğini belirtti ve partinin işçilerin "sınıf bilincini uyandırması" gerektiğini, onların "dayanışma ve disiplini" geliştirmesini hedeflediğini vurguladı. Yürütme komitesi ayrıca "dünyanın dört bir yanındaki devrimci hareketlere derin bir sempati" duyduklarını ifade etti. Kongre açıldıktan beş gün sonra hükümet, kongredeki konuşmalar ve tartışmaların yıkıcı içeriği nedeniyle partiyi dağıttı. Bu tarihten sonra sosyalistler uzun süre parti olarak örgütlenemedi.
1911 yılında hükümetin, imparatoru öldürme planı yapmak suçundan Kotoku Shusui ve aralarında sevgilisi Kanno Sugako'nun da bulunduğu on bir kişiyi idam etmesi, sosyalist hareket için büyük bir darbe oldu. "Büyük İhanet Olayı" (大逆事件) sosyalist hareketi bastırmak amacıyla yürütülen politikaların doruk noktasıydı. 1907'den önce de sosyalistler ve yayınları resmi tacize maruz kalmıştı, ancak güçlü devlet adamı Yamagata Aritomo (genrou), ilk Saionji ve ikinci Katsura kabinelerine tüm toplumsal hareketleri bastırmaları için baskı yapmaya başlamıştı. Yamagata, Japonya'daki ilk büyük çaplı grev olan Ashio olayı ve diğer toplumsal protesto olaylarından korkmuş ve "sosyal yıkım" (社会破壊主義) döneminin başladığını düşünmüştü. Polis, sosyalist gazeteleri daha fazla taciz etmeye başladı: dergilerin belirli sayıları yasaklandı, editörler tutuklandı ve dergilerin dağıtımı engellendi. Katayama'nın parlamento fraksiyonunun yayınladığı, sosyalizmin yasal yollarla elde edilebileceğini savunan dergiler bile anarşistlerle ilişkili olanlar kadar sert muamele gördü.
Anarşist kanadın - yani doğrudan eylemin - lideri Kotoku'nun tutuklanması ve idam edilmesi, tüm sosyalist hareketi imparatora ve ulusa tehdit olarak damgalamayı amaçlıyordu. Yetkililer, Kotoku'nun imparatora suikast planı olduğunu hiçbir zaman kanıtlayamadı. Kotoku bir zamanlar bunu yapmayı düşünmüştü ama bu düşüncesi kısa süreliydi. Hiçbir zaman eyleme geçmedi. Dava sırasında savcıların odaklandıkları nokta, Kotoku'nun eylemlerinden çok, onun "niyeti" oldu. Bu dava, sosyalizmin "kış yılları" (冬の時代) olarak adlandırılan bir dönemi başlattı. Hemen hemen hiçbir şey yayımlanamaz hale geldi ve kimse siyasi bir parti ya da başka bir politik grup kurmaya cesaret edemedi. 1917 yılında Rus devrimi gerçekleşene kadar Meiji Sosyalistleri tamamen sessizliğe gömüldü.
Kaynakça ve Detaylı okumak için