Bu yazı, IQ ve zekâ ile ilgilenmeye başladığınızda bilmeniz gereken birkaç maddeye değinecek. Uzun uzun giriş yazmak istemiyorum, o yüzden ayrımlarla ve tartışmalarla başlayalım. Kaynaklar yazının içindeki eylemlere gömülü olacaktır.
1) IQ ve Zekâ Nedir?
Zekâ: "Zeka, akıl yürütme, planlama, problem çözme, soyut düşünme, karmaşık fikirleri kavrama, hızlı öğrenme ve deneyimlerden öğrenme becerilerini içeren genel bir zihinsel yetenektir. Sadece kitaptan öğrenme, dar bir akademik beceri ya da test çözme becerisi değildir. Daha ziyade, çevremizi kavramaya yönelik daha geniş ve daha derin bir yeteneği yansıtır - 'kavramak', bir şeyleri 'anlamlandırmak' veya ne yapacağımızı 'bulmak'. Daha öz bir ifadeyle, zeka "hızlı ve doğru problem çözme" olarak tanımlanabilir.
Bu nedenle zekânın bazı çalışmalarda “general factor of intelligence/Genel Zekâ Faktörü” veya g factor/g faktör olarak yazıldığını görürsünüz. İstatistiksel bir olgu olarak genel zeka (g), farklı bilişsel test bataryalarından elde edilen evrensel bir bulgudur.
IQ, bir bireyin belirli bir IQ testi ile ölçülen genel zekâsının puanıdır. Normal dağılımda nerede kaldığını gösterir. Zekâyı ifade etmemizi sağlayan bir sayıdır sadece. Söz konusu testte elde edilen zekâyı yansıtır. IQ skorlarını anlamaya çalışırken yapılan en büyükhata, IQ testi puanlarının metre, litre veya gram vb. ölçü birimlerine benzer olduğunu varsaymaktır; lâkin IQ ölçümü böyle değil. Metre, litre ve gram gibi ölçümlerde bir şeyi sıfır olarak ölçmek, gerçekten sıfır anlamına gelir ve “100 birim” 50 birimin iki katıdır . IQ testi puanları aralıklı ölçekler kullanarak bir yapıyı (construct) ölçmeye çalışır ve yalnızca aynı yaştaki diğer insanlara göre anlam taşır. Ölçüm, diğer insanların da testi çözmesiyle anlam kazanır. Yüksek puan alan kişiler genellikle bilişsel yetenekleri ölçen diğer testlerde daha başarılı olurlar, ancak 130 IQ puan alan biri 100 IQ puanı alan birinden %30 daha zeki değildir. 130 puan, kişiyi nüfusun en yüksek %2’lik dilimine yerleştirirken, 100 puan ortalamaya koyar. IQ skorunun 100'den 103'e çıkması ile 133'ten 136'ya çıkması aynı şey değildir.
Bu ölçeğin üstüne biraz daha düşündüğünüzde, aslında, IQ skorları diğer insanların dağılımda nereye düştüğüne göre anlamlı. En düşük puanı alanlar zekâ geriliği yaşayan çocuklar ve bu çocuklar IQ testlerinin giriş sorularını yapabiliyorlar ama diğerlerinde zorlanıyor. Bu örneği daha iyi anlamak isterseniz TYT puanlarını ölçen sitelere girin. Matematik netinize 1 yazın ve farklı yıllara göre kaç puan aldığınıza bakın. Alınan puanlar, o sene sınava giren insanların dağılımına göre anlam kazanır. Puanlar farklı normlandığı için alınan puanda farklılık göreceksiniz.
Yukarıdaki örnekte rastgele netler girdim. Dikkatinizi ne çekiyor? Yıllara göre yapılan netler sizi dağılımda farklı bir yere koyuyor. IQ skorlarını da bir popülasyondaki dağılıma göre düşünmeniz gerekli, diğer insanlar da çözdükçe anlam kazanıyor.
2) Kalıtım Derecesi Nedir?
İnsanların bunu anlarken çok zorlandığını gördüm. Bu nedenle üzerinde durmak istiyorum.
Kalıtsallık/Heritability (istatistik özelinde kalıtım derecesi kelimesini daha doğru buluyorum), insanların genlerindeki (genotip) farklılıkların, özelliklerindeki farklılıkları (fenotip) ne kadar iyi açıkladığının bir ölçüsüdür. Özellikler arasında boy, göz rengi ve zekâ olabilir. Bunların yanı sıra şizofreni ve otizm spektrum bozukluğu gibi rahatsızlıkları da içerebilir. Bilimsel anlamda kalıtım derecesi, belirli bir özellikteki varyasyonun ne kadarının genetik varyasyona atfedilebileceğini açıklayan istatistiksel bir kavramdır (h² olarak gösterilir). Bir özelliğin kalıtsallığına ilişkin bir tahmin, bir çevrede yaşayan popülasyona özgüdür ve koşullar değiştikçe zaman içinde değişebilir.
Bu bilgiyi sindirelim ve basitleştirelim. Ben size zekâ %80 kalıtsaldır dediğim zaman sizin zekânızın %80’inin genetik özelliklerden, geri kalanının çevreden geldiğini söylemiyorum. Kalıtsallık bir popülasyon istatistiğidir. İnsanlar ARASI görülen farklılıkların ne kadarının genetik çeşitlilikten kaynaklandığını ölçmeye çalışır. Bu nedenle kalıtım skoru her zaman ölçümün yapıldığı popülasyona özeldir. Popülasyonların çevresi farklı olduğu için kalıtım skoru değişebilir. Bu noktayı hatırlayın çünkü bir sonraki başlığımız bu zekânın kalıtımı üzerine olacak. Haydi biraz daha derine inelim:
A. Kalıtım derecesi, bir özelliğin hangi oranının genler tarafından, hangi oranının çevre tarafından belirlendiğini göstermez. Dolayısıyla, 0.7'lik bir kalıtım derecesi, bir özelliğin %70 oranında genetik faktörlerden kaynaklandığı anlamına gelmez; bir popülasyondaki özellikteki farklılığın %70'inin insanlar arasındaki genetik farklılıklardan kaynaklandığı anlamına gelir.
B. Bir özelliğin kalıtsallığını bilmek, hangi genlerin veya çevresel etkilerin söz konusu olduğu veya bunların özelliği belirlemede ne kadar önemli olduğu hakkında bize kesin bilgiler vermez.
C. Kalıtsallık, irsi demek değildir. Örneğin, insanlar iki bacaklı canlılardır. İki bacaklı olmamız haricinde bir genotipimiz yoktur. Yani, genetik olarak tek bacaklı “insan” türü yoktur. İnsanlar arasında bacak sayısında gözle görülür bir dağılım oluşturacak şekilde farklılıklar görmeyiz, gördüğümüz fark genellikle bir kaza sonucu bacağını kaybetmiş insanlardır veya genetik bir sorundan dolayı bacağı olmayan kişilerdir. İnsanlar arasında bacak sayısında bir fark görülmediği için bacak sayısının “kalıtım derecesi” yoktur. Bacak sayımız genetik olarak belirlenmiştir. Ama boy öyle mi? Hayır. İnsanların boyları, göz renkleri, saç şekilleri ve renkleri birbirinden farklıdır. Bu farklılıklar “genetik” bir sorundan dolayı gerçekleşmiyor. 175cm olan bir erkekle 185cm olan erkek arasında boy seçilimini etkileyen genetik bir sorun yok. Tartışabileceğiniz tek şey “cücelik” olabilir çünkü farklı hastalıklarla & sorunlarla ilişkili.
D. Kalıtsallık, bir özelliği değiştirmenin ne kadar kolay veya zor olduğu hakkında BİZE kesin bir bilgi vermez. Örneğin, saç rengi yüksek kalıtım skoruna sahip bir özelliktir (siyah, sarı, kızıl) ancak boya ile değiştirilmesi çok kolaydır.
Kalıtsallık kavramını anladıktan sonra davranış genetiğinin yasalarına bakalım. Her davranış özelliği kalıtsaldır ve aynı ailede yetiştirilmenin etkisi genlerin etkisinden azdır. Üçüncüsü, basitçe, insanlar arasında görülen davranışların büyük çoğunluğu genler ve paylaşılan çevre (aile ortamı, büyüdüğünüz ev) ile değil paylaşılmayan çevre ile açıklanır (paylaşılmayan çevre = toplum, epigenetik, okul, arkadaşlar, diğer yetişkinler. Paylaşılmayan çevre aynı ailedeki kardeşleri birbirinden farklılaştırır. Eh, o zaman paylaşılan çevrenin de yakınlaştırdığını görebilirsiniz). Bu nedenle genel kural genlerin %40-%50, paylaşılan ve paylaşılmayan çevrenin %50-60 olduğudur (Değiştiğini göreceğiz). Bir şeyi daha düşünelim. Davranış genetiğinde ETKİ boyutu küçük olan birçok gen davranışlarda görülen farklılığı etkiler. Tek bir genin etkilediği şeyler çok nadirdir ve genelde hastalıklardır.
Şimdi daha tartışmalı şeylere değinelim. Bu noktadan sonrasını benim siyasi görüşlerimden bağımsız okuyun. Ben elimden geldiğince her tarafı sunarak anlatacağım; lâkin nereyi daha makul bulduğunuz size kalmış. Konumuz Amerikan Siyahları ve Amerikan Beyazları arasında görülen 15IQ puan farkı.
Arthur Jensen basit bir formül geliştirdi. h² (kalıtım) = Genler (0,80) + Aileler Arası Çevre (0,12) + Mikro Çevre (0,08). Dikkat edin, formül aileler arası çevreyi ölçmeye çalışıyor, yani bunu topluma ne kadar genelleyebileceğimizi gösteriyor. Formüle göre gruplar arası (between-group) farklılıkları açıklayan en önemli şey genler. Aileler arası (veya hadi gruplar arası diyelim) farklar sosyoekonomik statüyü, fakirliği, eğitim seviyesini vb. her şeyi kapsıyor. Mirko çevre ise ilk çocuk veya son çocuk olmayı, küçükken kafa travması geçirmeyi vb şeyleri kapsıyor (evde yaşadığınız her şey). Jensen, sosyoekonomik statünün gruplar arası IQ farklarını açıklayabileceğini düşündüğü için mikro çevreyi daha önemsiz kabul ediyordu ve şöyle dikkat çekiyordu: “Bireyler arasındaki IQ farklarının %12'sini açıklamak, çevre ile IQ arasında yaklaşık 0,33'lük bir korelasyon olduğunu gösterir”. Şimdi normal dağılıma geçelim. Açıklanan yüzdenin karekökü korelasyona eşittir, yani 0,12'nin karekökü = 0,34'tür. Eğer durum buysa, iki grup arasındaki çevresel farklılıklar ile açıklanan IQ büyüklüğü arasındaki oran yaklaşık 3'e 1 olurdu. Jensen, Siyah ve Beyaz arasındaki IQ farkını bir standart sapma olarak belirlemiştir. Dolayısıyla, aradaki farkın tamamını açıklamak için siyahların sahip olduğu ortalama çevrenin, beyazların sahip olduğu ortalama çevreden 3 standart sapma daha düşük olması gerekir. Siyahların yaşadığı çevrenin o kadar kötü olması gerekir ki, beyazların sadece %0,2'si bunun altında kalsın. Ya da tam tersi, ortalama beyaz ortamının o kadar iyi olması gerekir ki, siyahların sadece %0,2'si bunun üzerine çıkabilsin.
Bu argümana nasıl karşılık verebiliriz? En önemli karşı argüman kalıtım skorunun bir popülasyon istatistiği olduğudur. Beyaz (ırkı doğru kabul edersek) popülasyonun sahip olduğu kalıtım derecesini Siyahlarda eşit görüp buradan nasıl “gruplar arası” kalıtım skoru çıkartabiliyoruz? Bir hata var. Basitçe, incelediğimiz popülasyonun kendi içinde IQ (within-population) için görülen kalıtım derecesi, ırklar arasındaki (between-populations) ortalama IQ farklılıklarının tamamen veya kısmen genetik farklılıklardan kaynaklandığı anlamına gelmez çünkü kalıtım o belirli bir çevrede yaşayan popülasyonlar hakkında bize bilgi verir çünkü çevre değiştiğinde kalıtım skoru değişebilir. Ve Çevrenin popülasyonlar arası eşit olduğunu kanıtlamak ayrı bir zorluk…
Lewontin’in argümanı şöyle:
Genetik farklılıkların bir özellik (boy gibi) için tüm bireysel farklılıkları belirlediği iki popülasyon düşünelim. Boy özelliği için bu popülasyonda yaşayan bireyler/canlılar arası görülen bütün farklılıkların genetik olduğunu anlarız. Yine de, ilk grubun her üyesini eşit derecede etkileyen; lâkin ikinci grupta hiç bulunmayan zararlı bir çevresel faktör varsa, o zaman iki grup arasındaki ortalama özellik farkı tamamen çevresel olacaktır. Lewontin, boyu uzatan genler açısından birbirinden farklı olan bir miktar (2x) tohum hayal etmemizi ister. Tohumları rastgele iki torbaya dağıtın, her torba benzer ortalama kalitede genlere sahip tohumlarla dolacaktır. Bir torbadaki (x) tohumları her bitki için hem optimal hem de eşit olan bir toprağa (çevre) ekin. Bu, genlerin o popülasyon içindeki boy farklılıklarının tamamını belirleyeceği anlamına gelir. Sonuçta, toprak her bitki için hem optimal hem de eşitse çevre boyu nasıl etkileyebilir? Anlamlı bir fark yaratmayacak çünkü bütün tohumlar için eşittir. Diğer tohumları (x), çinko içermeyen optimal bir toprağa ekin. Bu popülasyonda bitkiler arasında göreceğimiz boy farklılıkların TAMAMINI genler belirleyecek; lâkin unutmayın bu çevrede çinko yok. Ancak, iki popülasyon arasındaki ortalama boy farkı tamamen çevreye (çinkonun varlığı ya da yokluğu) bağlı olacaktır. Çinkonun olduğu çevre/topraktaki bitkilerin ortalama boyu, bunu içermeyen toprak/çevrede yetişen bitkilerin ortalama boyundan yüksek olacak. Bu argümanı tekrar tekrar okuyun ve kendinize şunu sorun: Siyahların çevresinde var olan ve Beyazların çevresinde var olmayan *faktör/faktörler* neler olabilir? Aynı faktörleri, Türkiye’de yaşayan Kürtler-Türkler-Araplar vb. etnisiteler arasında düşünebiliyor musunuz? Peki global seviyede? Bu argümanın da karşı argümanı var ama bu yazı çok uzar… Uzmanından okuyun.
3 - Wilson Etkisi
Kalıtım derecesini ve tartışmalarını öğrendikten sonra bilmemiz gereken en önemli etki Wilson etkisi. Wilson Etkisi üstüne çok uzun konuşacağım bir şey değil; lâkin gerçekten önemli bir etki. Kalıtım skorunun etkisi yaşla birlikte artıyor. Çocukların zekâ skorları ölçüldüğünde zekâ skorları arasındaki farklı açıklamada çevrenin etkisi çok daha yüksek. Yani çocuklar arasında zekâda görülen farkları çevreyle açıklamamız daha kolay. Yaşımız ilerledikçe çevre etkileri azalmaya başlıyor (hem paylaşılan hem paylaşılmayan çevre) ve genetiğin etkisi artmaya başlıyor. Alanda çalışan kişilere göre artan kalıtım skorunun nedeni, insanın gelişimi sırasında beyin yapısı ve işlevinde meydana gelen değişiklikler göz önüne alındığında makul görünen ve inovasyon olarak adlandırılan bir süreç olan yeni genetik etkilerin devreye girmesi olabilir.
4) Scarr-Rowe Hipotezi
İkinci başlığımızla ilişkili olarak en tartışmalı konulardan birine geldik. Scarr-Rowe hipotezi: Çocukluk döneminde düşük sosyoekonomik statüdeki çevrelerde büyüyen kişiler arasında zekânın kalıtsallığının düşük olduğunu iddia eden bir hipotez. Zekânın kalıtım skoru sosyoekonomik statünün düşük olduğu çevrelerde yetişen çocuklarda daha az. Çevre, zekâ üzerinde daha etkili. Bu hipotezin biraz Amerika için yazıldığını anlayabilirsiniz çünkü Beyaz popülasyonu için kalıtım skorunun daha yüksek olduğunu, Siyah popülasyon için de kalıtım skorunun daha düşük olduğunu tartışıyor. Peki destekleniyor mu? HEM EVET HEM HAYIR. Bu noktada tartışmaları okumak size kalmış ve bunu nasıl kurgulayacağınızı size bırakıyorum. En azından hipotezi bilmeniz yeterli. Bu hipotezi Türkiye bağlamında da düşünebilirsiniz.
Scarr’ın ilk çalışması. Destekleyen bir çalışma daha var. Yakın zamanda destekleyen bir başka çalışma ve bir Alman çalışması var. Bu Birleşik Krallık çalışması tam tersini buluyor, yani daha fakir insanlar arasında kalıtım skoru daha yüksek. Florida’daki ikizlerde bu hipotez desteklenmiyor. Texas-Colorado ikiz çalışmalarında desteklenmiyor. Sahra Altı İkiz çalışmaları desteklemiyor.
Buradan ne çıkarmamız gerekiyor? Açıkçası bilmiyorum. Scarr-Rowe hipotezi sezgisel olarak aklıma yatan ve doğru bulduğum bir hipotez. Tartışmalı ve iyi hazırlanmış çalışmaların farklı sonuçlar bulması hipoteze güvenle ilgili sorun yaratıyor.
5) IQ, modern toplumdaki başarıyla doğru orantılı (çünkü modern toplum IQ'yu seçen özelliklere daha uygun)
IQ skoru modern toplumdaki başarıyla doğru orantılı. Örneğin, mükemmel olmasa da IQ skoru, duygusal zekâ veya Big Five daha iyi şekilde iş performansını tahmin eder.
Bu noktada insanların kullandığı karşı argümanı doğru buluyorum. Örneğin, Sentinelese halkını düşünün. Bu halk, Hint Okyanusundaki küçük bir adada yaşayan, dünyanın en izole kabilesi. Bu insanların bizim değer verdiğimiz nicel akıl yürütme, sözcük bilgisi, bizim kabul ettiğimiz genel kültür vb. şeylere aynı derecede değer verdiğini düşünmüyorum. Ama sorun şu, insanların önemli bir kısmı bu kabilenin insanları kadar izole yaşamıyor. Ve bizim zekâ olarak kabul ettiğimiz şey çoğu ülkede kabul edilmiş durumda, buna uygun testleri ve ülkelere uygun normları hazırlanıyor. Örneğin çocuklar için hazırlanmış Wechsler Intelligence Scale for Children (WISC) testi, Japonlar, Koreliler, İtalyanlar, Endonezyalılar, İsveçliler ve diğer gruplar tarafından kendilerine uygun şekilde çevrilmiş ve normlanmış şekilde bulunuyor.
Örneğin, Japanese Kaufman Assessment Battery for Children testi Japon çocukların zekâlarını ölçmek için var. Aşağıdaki çalışmada çocukların zekâlarını ölçerken aynı zamanda Japoncadaki Kana okumasını da ölçmüşler çünkü İngilizceden farklı olarak Kanaların (Hiragana/Katakana) okunuşları ve sesleri tamamen aynı. Bunu erken yaşta öğrenmek daha sonra Japonca kelimelerin doğru okunması için önemli. Ve bu, sayısal akıl yürütme, tümevarım, basit tepki süresi vb. modern toplumlarda gördüğümüz şeye ek bir ölçüm sadece.
Dahası, zekâ çalışmalarını yürüten araştırmacılar arasında zekânın en azından nelerden oluştuğuna dair bir uzlaşı var. Örneğin, bu çalışmada Batı ülkelerinde zekâ çalışmalarıyla uğraşan kişiler ile Arap ülkelerinde zekâ çalışmalarıyla uğraşan kişilerin zekâdan ne anladıklarını karşılaştırmışlar. Her iki grup da zekâyı oluşturan (akışkan, kristalize, hafıza, işleme, görsel ve en sonunda g) şeyler üzerinde gerçek anlamda bir fark görmüyorlar. Toplumsal olarak verdiğimiz değerler arasında büyük ölçüde farklar yok. IQ puanı, kendi toplumunuzda nerde kaldığınızı gösteriyor ve değer verdiğimiz şeyleri ölçüyor.
6) Bir toplumda Yüksek Zekâlı Olmak İyidir…
Bilişsel yetenekler (IQ skoru); eğitim, kazanç, doğurganlık, sağlık ve ölüm dahil olmak üzere hayatta önemli şeylerin çok iyi bir yordayıcısıdır.
Daha yüksek IQ, kardiyovasküler hastalıklar, solunum yolu hastalıkları, çoğu kanser türü, cinayet, intihar ve kaza dahil olmak üzere çoğu nedenden kaynaklanan daha düşük ölüm riski ile ilişkilidir. İyi örneklemli çalışmalarda, daha yüksek IQ, çoğu akıl hastalığına karşı koruyucudur. Daha düşük zekâlı insanlar suçlu popülasyonlarında aşırı temsil edilirler. Eğitime katılımları, incelenen popülasyon içindeki eğitime katılımdan daha azdır.
Zeki çocuklar (literatürde gifted children) yaşıtlarına göre daha az anksiyete sahibidir ve daha az mükemmeliyetçilerdir. Daha depresif değillerdir, yaşadıkları duygusal sorunlar diğer çocuklarla aynıdır; hayat kaliteleri yaşıtlarına göre biraz daha iyidir (hem fiziksel hem zihinsel anlamda); düşünüldüğü gibi sosyal ilişkilerde – nörogelişimsel sorunlar yaşamadıkları sürece – sorun yaşamıyorlar, aslında çok küçük bir azınlığı sosyal ilişkilerde zorlanıyor. Ahlaki gelişimlerinde bir sorun yok, bu konularda çok farklı değiller. Liderlik becerileri hakkında çıkarım yapmak zor, yine de yaşıtlarından çok farklı değiller.
Yetişkinlikte de kişilik ve zekâ arasında, zeki çocuklarda görüldüğü gibi belirli korelasyonlar var. Zeka, anksiyete ve sinirli olma haliyle negatif ilişkili. Zeki insanlar daha uyumlu kişiler değiller ama kişiler arası ilişkilere biraz daha duyarlılar ve daha şefkatliler. Daha çalışkanlar, daha düzenli, daha güvenilir ve daha bağımsız fikirliler. Daha zeki insanlar daha dışadönük değildir; lâkin daha aktif insanlar. Genelde yeni şeylere daha açık kişilerdir. İstisnalar arasında çeşitlilik arayışı, duygusal açıklık var. Zeka aynı zamanda hem alfa hem de beta faktörleriyle ilişkiliydi. Alfa, istikrar/sosyalleşmedir ve sosyal olarak iyi işlev görmenin bir ölçümüdür. Beta ise esnekliktir ve bilgi edinme eğilimini gösterir.
Bunların iyi bir özetini okumak isterseniz başlangıç olarak Russell T. Warne tarafından yazılan In the Know: Debunking 35 Myths about Human Intelligence kitabını öneririm.
7) Bütün eleştirilere rağmen iyi bir ölçüm
Daha genel olarak, IQ testleri psikoloji alanındaki güvenilir ölçümlerden biridir ve daha önemlisi iyi replike eden bir ölçüm olarak Psikoloji biliminin başarılarından biridir.
8) Zekâ artırılabilir mi?
Kısa cevabı hayır. Uzun cevabı evet ama nereden baktığınıza bağlı.
Açıklayayım. Genel bilişsel yetenek veya zekâ veya g için geliştirilmiş bilişsel eğitimler var; lâkin bu bilişsel eğitimler eğitim bittikten sonra kayboluyor. Bilişsel eğitimden aldığınız becerileri genel zekânıza “aktarmanız” zor. Zaten bir soru var. Bilişsel eğitimlerden ne kadar fayda sağladığınız dahi zekânız tarafından filtreleniyor olabilir. Bu konuda iki çalışma okuyabilirsiniz.
Şimdi, eğer formal eğitimler istediğimiz şeyi sağlamıyorsa başka nelere bakabiliriz? Daha iyi iyileştirmelere! Örneğin ağır metal zehirlenmesi. Güney Kore'de hamile olan kadınlardan (gebeliğin ikinci üç aylık döneminde) kan alıp kanlarındaki Kurşun, Cıva, Kadmiyum ve Manganez oranlarına bakmışlar. Bu sürede kadınların başka bir sağlık sorunu olmadığına dikkat etmişler. Doğum olduktan sonra çocuklara IQ testi yapmışlar. İki farklı kohorta bakıldığı için 4 ve 6 yaşında iki grup çocuk var. Koreli çocuklar için geliştirilen KEDI-WISC (Kore Wechsler Intelligence) testini çocuklara yapmışlar. Hamilelik döneminde annesinin kanında bu metallerin karışımının yoğun olduğu çocukların IQ skorları daha düşük çıkmış. Neredeyse 5 puan fark yaratabiliyor.
Vietnam örneğinde parazit yükü yüksek olan çocukların IQ skorlarının düşük olduğu görülmüş. Çocuklara parazit dökücü verilmiş ve IQ skorlarına daha sonra tekrar bakılmış. Gerçek anlamda iyileşme var.
İyot eksikliğinin beyin gelişimini etkilediği biliniyor. İyot eksikliği yaşamak doğrudan bilişsel sorunlarla ilişkili.
9) Zekâ Alanındaki Sonuçlar, Diğer Alanlardakiler kadar Yanlı mı?
Bir alanın kalitesini anlamak için bakabileceğimiz çok fazla kriter var. Bunlardan biri yayın yanlılığı yani bir deneyin veya araştırma çalışmasının sonucunun, o deneyin ve araştırmanın yayınlamasını etkilediği durumlarda ortaya çıkan bir sorundur.. Yalnızca önemli bir bulgu gösteren sonuçların yayınlanması, bulguların dengesini olumlu sonuçlar lehine bozar. Diğeri güçle ilgili. Zekâ alanındaki “istatistiksel güç” durumuna baktığımızda karşımıza birkaç şey çıkıyor. Temelde, bu alandaki birçok çalışmayı inceledikten sonra, değişkenler arasındaki ilişkinin ortalama olarak yaklaşık r = .26 olduğu bulunmuş. Çoğu çalışmada ortanca 60 katılımcı var. Çalışmaların ne kadar güçlü olduğunu tahmin etmek için "güçlerini" hesaplamaya çalışmışlar, yani gerçek bir etkiyi bulma olasılıklarını hesaplamışlar. Sonuç olarak, küçük bir etkiyi tespit etmede ortanca gücün %11,9 olduğunu, orta büyüklükte bir etkiyi tespit etmede %54,5 olduğunu ve büyük bir etkiyi tespit etmede ise %93,9 olduğunu bulmuşlar. Özetle, büyük etkileri bulmakta daha başarılı olurken, küçük etkileri bulmak daha zor.
Diğer alanlarla karşılaştırıldığında, zekâ araştırmalarındaki potansiyel sorunlar görece daha az sorunlu görünüyor. İlk olarak, zeka araştırmalarında ortanca güç, nörobilimde (%8-31; Button vd., 2013), psikolojide (%12 ile %44 arasında; Stanley vd., 2018, Szucs ve Ioannidis, 2017), davranışsal ekoloji ve hayvan araştırmalarında (%13-16 küçük bir etki için ve %40-47 orta büyüklükte bir etki için; Jennions ve Moller, 2003), ekonomide (%18; Ioannidis vd., 2017) ve sosyal-kişilik araştırmalarında (r = 0.20 için %50; Fraley ve Vazire, 2014) tahmin edilen ortanca güçten daha yüksek görünüyor.